Dünya gündemi son yılların en ateşli günlerini yaşıyor. Bir taraftan sürmekte olan Rusya Ukrayna savaşı, diğer taraftan İsrail, Filistin ve İran üçgeninde yaşanan çatışmalar diğer taraftan ise Pasifik’teki gerginlik dünyayı yeni bir savaşın eşiğine getirmiş durumda.
Askeri anlamda üç noktada yaşanan gerginliğin ekonomik cepheleri ise çok daha geniş bir alana yayılmış durumda. Avrupa’dan tutun Ortadoğu’ya oradan da Asya’ya kadar hemen hemen her ülke ciddi bir silahlanma yarışı içerisinde. Hatta Japonya, Almanya, İngiltere ve Fransa gibi İkinci Dünya Savaşı’ndan beri savunma bütçelerini belli bir limitle sınırlı tutan devletler dahi strateji değiştirerek söz konusu bütçelerinde hiç görülmemiş bir büyümeye gidiyor.
DÜNYADA ‘BÜYÜK ABİ’ ARAYIŞI
Küresel silahlanma yarışında her ne kadar İsrail – Filistin savaşının etkisi yadsınamaz olsa da asıl itici kuvvetin Rusya’nın agresif tutumu olduğu açık. Çünkü Ukrayna Savaşı’yla birlikte tuzu kuru ülkelerin pek çoğu harcamalarını askeri alana yönlendirmiş durumdalar. Bütün bu gelişmeler ekonomisi güçlü olmayan ülkeler tarafından bir nevi ölüm kalım meselesi olarak algılanmaya başlanmış durumda.
Şöyle ki örneğin bir Afrika devleti bütçesinin yarısını bile savaş ve savunma alanına ayırsa bile büyük devletlerinkinin 30’da 1’i dahi etmiyor. Bahis konusu dengesizlik, ekonomisi güçlü olmayan devletleri hami arayışına itiyor. Kendisine bir ‘büyük abi’ arayan bu tür ülkeler kanatlarının altına gireceği devletlere çok büyük tavizler vermek zorunda kalıyor. Bu durumda da söz konusu ülkeler, sadece doğal kaynaklarını değil sosyal sermayesini de peşkeş çekmek zorunda kalarak geleceklerini ciddi tehlike altına atmış oluyorlar.
ABD LİDERLİĞİNDEKİ BATI, RUSYA-ÇİN İTTİFAKINA KARŞI
Son yıllarda etkisini ciddi şekilde arttıran kutuplaşmada ABD, NATO ülkelerini ekonomik tehditlerle çoktan yanına çekmiş durumda. Bunlarla da yetinmeyerek Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda ve İngiltere gibi akraba devletleri ve Pasifik tarafın da ise Japonya, Güney Kore ve son olarak da Filipinler’i de saflarına çekmeyi başardı.
Dört taraftan sarıldığını düşünen Rusya ise henüz Ukrayna cephesini kapatmadan gözünü Baltık ve Balkan ülkelerine dikti. Beri yandan ABD liderliğinde karşısına dikilen devletlerle tek başına mücadele edemeyeceğini bilen Rusya, Çin ve İran’ı yanına çekmiş bulunuyor. Günden güne daha da ayyuka çıkan bu üçlü ittifakın liderliği ise Çin ve Rusya arasında ciddi bir problem oluşturuyor.
SOĞUK SAVAŞ AREFESİNDE SAVAŞ EKONOMİSİ
Dünyanın içinde bulunduğu bu ortam pek çok uluslararası siyaset bilimci tarafından üçüncü dünya savaşının ayak izleri olarak yorumlanıyor. Kaldı ki uzmanları bu görüşe sevk eden sadece kutuplaşma veya silahlanmanın geldiği küresel boyutu değil.
Dünya ekonomisi 2020’lerin başından beri ufak ufak savaş ekonomisine doğru yelken açmış durumda. Son iki yılda ise bu seyir hızını arttırmışa benziyor.
Örneğin Rusya, 2024 ve 2025’te ekonomisinin çok büyük bir kısmını savaşa ayıracağı biliniyor. Fakat Rusya’nın batılı ülkelere karşı bir farkı var. Savaş ekonomisi her ne kadar sivil ekonomiye göre bazı dezavantajlar barındırsa da Rusya gibi insan haklarının kendine özgü şekliyle uygulayan devletler açısından son derece kritik bir öneme sahip. Batı dünyasının bütün baskı ve ambargolarına hatta menkul ve gayrimenkullerine el koymalarına rağmen Rus ekonomisinin hala ayakta kalmasını sağlayan ana faktör savaş ekonomisi oldu. Açıkça söylemek gerekirse Rusya’yı içerisinde bulunduğu ekonomik buhrandan kurtaran işte bu savaş ekonomisi oldu.
Avrupalı devletler de İkinci Dünya Savaşı’ndan beri ilk defa savaş ekonomisine geçmeye başladı. Fransa ve Almanya başta olmak üzere pek çok AB devleti birer birer savaş ekonomisine geçişi gündemine almış durumda.
Almanlar silah fabrikalarının canlanması için ciddi teşvik sağlama kararı aldı. Silah fabrikalarında iki, üç vardiyalı çalışmaya izin çıkartarak fabrikalara gece gündüz üretim yapmaları için ciddi baskıda bulunuyorlar. Bunu yapmaktaki arzuları elbette üretim süresini hızlandırarak üretimi arttırmak.
Japonya ise sivil firmalarını savaş uçağı ve bomba üretimine yönlendirmiş durumda. Güney Kore’deki fabrikalar da var gücüyle Avrupa’ya silah üretiyor. Kuzey Kore fabrikaları ise Rusya’ya mühimmat üretmekle meşgul. İran ve İsrail’i ise saymaya bile gerek yok.
TÜRKİYE İPSİZ UÇURUMDAN NASIL GEÇECEK?
Sivil ekonomi politikalarının askeri politikalara evrilmesiyle eğitim, sağlık, tarım vb. kalemlerde küçülmeye gidilmesi de kaçınılmaz. Böyle bir durum en son İkinci Dünya Savaşı’nda gerçekleşmiş ve bunun sonucunda dünya genelinde vatanseverlik, milliyetçilik, din milliyetçiliği ciddi bir artış göstererek yabancı düşmanlığı artmıştı. Hiç şüphesiz son yıllarda batıdaki sağ partilerin yükselmesi ve yabancı düşmanlığının zirve yapmasını bu bağlamda da değerlendirmek gerekir.
Bütün bu gelişmelerden Türkiye’nin paçasını nasıl kurtaracağı ise ülke geleceğimiz açısından son derece hayati. Son dönemde ülkemizin savunma ve savaş sanayisinde gösterdiği atılımı belki de bu çerçevede okumakta fayda var. Zira öyle gözüküyor ki Türkiye’nin de coğrafyamızın da geleceğini, ürettiğimiz savaş ve savunma unsurları değil, bunların kime ve hangi şartlarda satılacağı oluşturacak. Türkiye’nin ipsiz uçurumda göstereceği performans aynı zamanda bundan sonra ortaya çıkacak yeni düzendeki konumunu da belirleyeceğinde şüphe yok.